Blog

Normalin Dinamizmi – Gülçin B. Yılmaz

Normal olanın tam olarak ne olduğu konusundaki görüşler hayatın pek çok alanı için kişiye özel ve benzersizdir. Bazen bir ideolojiyi bütünüyle benimsemek için bilinçli bir uğraş veren ya da bir topluluğun benzer üyelerinden biri olmaya çabalayan kimseler, bir yandan da bu durumun doğal bir eşlik edeni olarak diğerleri ile ortak normaller edinebilirler. Fakat yine de düşüncelere ve eylemlere bütün olarak bakıldığında, her insanın kendi yaşamı için kendine özgü bir normal inşa etmiş olduğu rahatlıkla görülebilir. Hatta insanların biricikliği aslında biraz da bu normaller bütününün özgünlüğünden gelir. Eğer durum gerçekten de böyle ise, bu noktada insanın aklına gelebilecek olası sorulardan biri şudur; bu normallik inşa sürecinin bir sonu var mıdır, yoksa biz var oldukça normallerimiz de bizimle birlikte değişmeye ve her geçen gün yeniden yapılanmaya devam mı eder?

Normallik kelimesi pek çoğumuz için ilk anda durağanlığı çağrıştırır. Belki de bunun nedenlerinden biri normal olarak gördüğümüz şeylerle çevrelenmiş olmanın bize güvende olduğumuzu hissettiren ve değiştirmek için müdahalede bulunmaya her zaman cesaret edemeyeceğimiz bir ortam sunuyor olmasıdır. İnsan için tanıdık olan çoğu zaman güvenilirdir çünkü farklı olan ile karşılaşmak içinde barındırdığı gelişme potansiyeline, ortaya çıkarttığı merakın karşı konulması zor cazibesine ve yarattığı tüm heyecana rağmen bir yandan da korkutucudur. Belki de bu nedenle inşa etmiş olduğumuz mevcut normaller ile sıkı bir bağ kurar ve onları istemsizce kaybetmeyelim diye herkese karşı savunmak için tetikte bekleriz. Ne var ki normalliğin doğası düşündüğümüzden daha fazla dinamizm içerir ve değişime karşı uzun süreli bir direnç göstermek pek de olası değildir.

En olağan aktığı durumlarda bile zaman, dünyayı ve içerisindeki konumumuzu yorumlama biçimimizi fazlasıyla etkiler. Öyle ki bazen birkaç yıl önceki kendimiz bize tanıdığımız diğer herkesten daha yabancı gelebilir. İlk gençlik yıllarını yaşamakta olan bir kişinin çevresini algılayışı, diğerleri ile kurduğu ilişkilerdeki bakış açısı ya da geleceğe yönelik beklentileri ile ileri yetişkinlik dönemindeki birinin düşünme biçimi ve hayallerinin benzer olması oldukça sıra dışı bir durumdur. Erikson’un da öne sürdüğü gibi insan, yaşam döngüsü boyunca farklı evrelerden geçerek değişmeye ve olgunlaşmaya devam eder ve bu süreçte her bir dönemin kendine özgü çelişkilerini aşmak zorunda kalır. Üstelik normalin durağanlığının önündeki tek engel bu da değildir. Kişi hiç beklemediği bir anda normal algısını ani ve köklü şekilde değiştirecek olaylarla karşılaşabilir. Örneğin hayatını değiştirecek bir iş teklifi alabilir, bir anda kendisini tarafı bile olmadığı bir savaşın ortasında bulabilir ya da amansız bir virüs kısa bir sürede dünyaya yayılarak nerdeyse tüm insanlığı normalin yeni bir inşasına zorlayabilir.

Değişimin çoğunlukla kaçınılmaz olduğu ve normal algımızın zorunlu bir dinamizme sahip olduğu düşüncesi kimi zaman korkutucu olsa da bu durumun bilincinde olmak aslında çok kıymetlidir. Bakış açısı ve düşüncelerin, o an içinde bulunulan şartların da bir ürünü olduğunu fark ederek hep aynı şekilde kalmayacaklarını, en azından kalmayabileceklerini bilmek, kendimize ve diğerlerine karşı daha anlayışlı yaklaşmamıza katkıda bulunabilir. Hatta bu anlayış, belki de normalimizin keskin sınırlarını yumuşatarak hem kendimiz hem de çevremiz için daha yaşanılabilir bir dünya yaratmamızın ateşleyicisi olabilir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu