Yazı

Kant ve Freud: Fallus’un Anlamı’na Ön Söz – Şahin Ateş

Dolayısıyla Kant’ın Kesin Buyruk’u Oidipus karmaşasının
doğrudan mirasçısıdır.
– Freud, “Mazoşizmin Ekonomik Sorunu”[1]

İğdişlik, dışkının her gün bedenden ayrılması yaşantısına
dayanılarak ya da sütten kesilirken annenin memesini yitirmeye
dayanılarak canlandırılabilir.
– Freud, “Ketvurmalar, Belirtiler ve Anksiyete”[2]

Saf pratik aklın istediği, kişinin mutluluk isteminden ‘vazgeçmesi’
değil, yalnızca ödev söz konusu olduğu zaman mutluluğu ‘hiç hesaba
katmaması’dır.
– Kant, Pratik Aklın Eleştirisi[3]

     Freud psikanalizin bir çeşit felsefe yahut Weltanschauung olmadığını kesin bir dil ile vurgular. Ne var ki o, eseri boyunca, felsefe ile hesaplaşmayı hiçbir zaman bırakmamıştır. Bunu kimi zaman açık bir biçimde – filozofun ismini vererek – kimi zaman ise üstü kapalı bir biçimde – nevrozumuzu çalışmamızı, narsistik gururumuzdan vazgeçmememizi öğütleyerek – yapar. Bu filozofların – belki de – başında Kant gelir. Zira Freud’un Kant ile “hesaplaştığı” yerler, eserinin tümünü kat edecek bir okumaya biçimini verecek olan manevralarda karşımıza çıkarlar. 1920’de, “Haz İlkesinin Ötesinde’de”, Freud bilincin kökenine dair tek cümlelik bir açıklama yapar: “Bilinç bir anı izinin yerine doğar.”[4] Bu anı izinde ki çalışmamızın devamında göreceğimiz üzere o psikanalizin zamanını verir, Freud kendi deyimi ile “Kantçı uzamı” ve bilinçdışının “zamansızlığını” tartışır. 1924’te, “Mazoşizmin Ekonomik Sorunu’nda”, mazoşizm ilk kez sadizmin bir türevi olarak ele alınmadan tanımlanır ve Freud “ahlâkî mazoşizmi” kavramsallaştırır. Burada Oidipus ile kesin buyruğu (kategorische imperative) dolaysız bir ilişkide ele alır; ileride bu manevrayı “ahlâkın cinselleşmesi” ve cinsiyetlenme bağlamında inceleyeceğiz. Son olarak 1930’da, Uygarlığın Huzursuzluğu’nda, bu kez Kant’ın ismini vermeden “komşumuzu sevmemizi buyuran” meşhur buyruğu tartışmaya açar ve meselesi sevgi nesnesinin seçimi ve saldırganlık dürtüsüdür. Şöyle söyler[5]: “Şimdi heybetli bir sesin beni uyardığını duyar gibiyim: ‘Tam da bu yüzden, komşunun sevilmeye layık olmaması ve aslında düşmanın olması nedeniyle onu kendin gibi sevmelisin’.” Hiç şüphe yok ki bu “heybetli ses”, bir kez daha, şu sözleri sarf eden Kant’a aittir: “Çünkü eğilim olarak sevgi buyurulamaz; ama ödevden dolayı iyilik yapmak, hem, buna bir eğilim itmediği, hatta doğal ve zaptedilmez bir nefret karşı çıktığı zaman iyilik yapmak, ‘tutkusal’ sevgi değil, ‘pratik sevgidir.”[6]  Freud 1924’te şöyle söyleyecektir[7]: “Durum genellikle ahlâkî gereksinimler birincil şeylermiş ve içgüdünün reddedilmesi ondan sonra gelirmiş gibi sunulur. Gerçekte tersi doğru görünür.” Fark edileceği üzere zaptedilmez bir nefrete karşı dahi pratik sevgiyi öğütlediği yerde, dolayısıyla kendi eyleminden bir doğa yasası damıtabileceğin bir maksime, yani tek kesin buyruğa göndermede bulunan Kant ile aynı nefreti tanıyan ve tartışmaya açan, Oidipus’ta ahlâkı cinsellikten ayıran Freud, birbirlerine yaklaşır görünmektedirler.

     Lacan XI. Seminer’de bilinçdışının “unutulmuş” boşluğunun ifşasına şöyle başlıyordu[8]: “Şahsen ben bunu [boşluğu] yeniden açarken katiyen tedbiri elden bırakmıyorum, inanın.” Şimdiden görülebildiği üzere Freud’un eserine yayılmış olan Kant tartışmalarından kimileri “fazlasıyla açıktır”. Bu sebeple o Oidipus’u kesin buyruğun mirasçısı olarak gördüğünde bize düşen, tıpkı Lacan’ın yaptığı gibi, Freud ile Kant arasındaki bu mesafede, bu boşlukta çalışırken tedbiri elden bırakmamak olacaktır. Zira Oidipus’un mahiyeti, yasanın ve suçun, cezanın, suçluluğun ve hatta cinsiyetlenmenin mahiyeti ele alınmadan bu miras gündeme getirildiğinde gerçekleştirilecek olan okuma yalnızca bir düşünceden diğerine enjekte edilmiş bir mefhumun ikinci düşüncedeki yapay, plastik konumundan bir ilişki, bir kavrayış damıtmaya çalışmak olacaktır ki böylesi bir deneme yanılgıya yazgılıdır. Biz burada kendi önsöz denememizi gerçekleştirirken okumamıza Uygarlığın Huzursuzluğu ile başlayacağız ve bu metinde Freud’un birkaç katmanda sürdürdüğü tartışmaları takip ederek suçluluğa ilişkin düşüncelerini açıklamaya çalışacağız. Sonrasında bu tartışmaların suçluluk ile ilişkisini ayrıntılandırmak için “Bir Çocuk Dövülüyor (1919)” metnine başvuracağız ve burada bilinçdışının boşluğunun suçluluk, yasa ve cinsiyetlenme ile olan ilişkisine bakacağız. Bu boşluğun bu metinlerde ziyadesiyle karmaşık hâle gelmiş zaman anlayışı içerisindeki rolünü anlamak için “Ketvurmalar, Belirtiler ve Anksiyete’yi (1926)” okuyacak ve bellek-imgesi (mnemic-image) ile boşluğun, birbirlerinin yerine kullanılabilecek olan kavramlar olup olmadığını sorgulayacağız. Tüm bu çalışmanın nihayetinde “Mazoşizmin Ekonomik Sorunu’na (1924)” varıp Oidipus karmaşasını, cinsellikten arınmış olan ahlâkı, kesin buyruğun mirasçısı kılacak olan cümleye döneceğiz ve ihtiyatı elden bırakmamak namına kuramın başlıca metinlerinden bazıları etrafında atmış olduğumuz bu turu tamamlayacağız.

 

I

     Uygarlığın Huzursuzluğu, yaygın bir hata ile, uygarlığın nevrozun müsebbibi olduğu şeklinde okunur; özne için “mutlak ve arkaik doyum”, uygarlığın müdahalesi sebebiyle imkânsızdır. Freud bu iddia için şöyle söyler[9]: “Bu iddiaya şaşırtıcı diyorum, çünkü – uygarlık kavramını nasıl tanımlarsak tanımlayalım – acı kaynaklarından gelen tehdide karşı kendimizi savunmaya çalışırken kullandığımız araçların hepsi de söz konusu uygarlığa aittir.” Burada Freud tarafından bir uygarlık ve teknik övgüsü yapılmamaktadır. Bir sayfa önce Freud “toplumsal acıdan” şöyle bahseder: “Ancak, özellikle bu alanda acıları önleme konusunda yaşadığımız başarıları göz önünde bulundurursak, bu başarısızlığın arkasında hâkim olunamayacak bir doğanın – kendi ruhsal bünyemizin – bir parçasının yattığından kuşkulanabiliriz.” Bir kez daha neredeyse aynı açıklama ile metnin bir sonraki bölümünde uygarlığın cinsellik ve cinsel ilişki üzerindeki tahakkümünden bahsedildikten sonra karşılaşırız. Acı kaynakları gibi doyuma ulaşma maksadı ile kullanılagelen yollar da çeşitlidir. Freud, “cinsel açıdan olgun bireyin nesne seçiminin karşıt cinsle sınırlanmış, genital olmayan tatminlerin (penetrasyon dışında her türlü şeyin) sapkınlık olarak kabul edilmiş” olmasını ve  “insanların cinsel bünyelerindeki doğuştan gelen ya da sonradan edinilmiş eşitsizliklerin” göz ardı edilmesini uygarlığın huzursuzluğu ile ilişkilendirir[10]. Lâkin buradan sosyal bir söylem çıkartmaya çalışmadan, huzursuzluğun kaynağını – örneğin – nesne seçimi ile açıklamadan evvel bu bölümün son satırlarına gitmek gerekir[11]: “Kimi zaman sadece uygarlığın baskısının değil, işlevin özündeki bir şeyin bizi tam bir tatminden yoksun bıraktığı ve başka yollara sürüklediği izlenimine kapılırız.” Freud her iki durumda da – hem acı hem keyifte – psişenin kendi yapısına has bir şeyden bahseder.

     Bu şeyin acı ve keyifteki yeri Ben’in (ego) oluşumuna dayanır. Freud, “Zihinsel İşleyişin İki İlkesi’nde (1911)” haz ilkesi ve gerçeklik ilkesini kavramsallaştırır ve bu metnin (İngilizce çevirisini esas alan Türkçe çevirisinin) 8. dipnotunda kendisine yöneltilmesi muhtemel bir eleştiriyi tartışmaya açar, şöyle söylenecektir[12]: Bu iki ilkenin birbirinden ayrı bir biçimde formüle edilmesi yersizdir. Zira öznenin kişisel tarihinde haz ilkesinin tek başına egemenliğini sürdürdüğü hiçbir zaman dilimi olmamıştır. Haz ilkesi daima gerçekliğin kurallarına tabiî olmuştur ve öyle de kalacaktır. Freud’un bu eleştiriye cevabı şu şekildedir: “Ancak insan bebeğin – annesinin ona baktığını da eklemek koşuluyla – neredeyse böyle bir ruhsal sistemi gerçekleştirdiğini göz önüne alacak olursa böyle bir kurgunun kullanılması doğrulanmış olur.” Ne var ki hikâyenin bu kısmı bir ayrılık, bir müdahale ile sonlanmaktadır; burada, anneye yöneltilen talep ile “çağrılan tatmin” arasında bir ikircik peyda olur. Lacan şöyle yazar: “Kendinde talep, çağırdığı tatminden başka bir şeye dayanır. O, bir bulunma (presence) ya da bulunmamanın da (absence) talebidir.”[13] Bu sebeple Freud “iğdişliğin” (dolayısıyla ensestin aşırı yakınlığının) dışkının bedenden ayrılması yahut annenin memesinin yitirilmesi yaşantıları ile bir duygulanım olarak – yeniden – canlandırılabileceğinden bahseder; bu ikircikli talep ile bir nesne, meme, dışkı yahut şey, objet a konumuna yükselir. Nesnenin dürtünün parçalı yapısı içerisinde en zayıf halkayı oluşturması bundan kaynaklanır. “Ağzı tıka basa doldursanız bile – dürtü seviyesinde açılan o ağız – besinle doymaz, doyuran, tabiri caizse, damak zevkidir” der Lacan[14]. İşte bu, uygarlığın nesne üzerindeki tahakkümünün uygarlığın huzursuzluğunun müsebbibi olmadığının ifadesidir lâkin tanınmak için bir Öteki’nin ağzının içine bakar hâldeki, döktüğü bedenden bir dış dünyayı var eden özne, şeye bu konumu verecek olan ayrılıkta varlığı pahasına bir yabancılaşmanın riskini alır, bir suçu henüz yasak değilken işler. Bu demek değildir ki uygarlığın nesne üzerindeki müdahalesi (örneğin “heteronormativite”) huzursuzluk ile tamamen ilişkisizdir. Freud uygarlık gibi dinin de doyum yollarını her bir kul için bir ve aynı kılan müdahalesinin, bireyleri “kitlesel bir sanrıya dahil ederek” bireysel nevrozlardan uzaklaştırdığını yazar; nevrozdan, gerçeklikten kaçmak pahasına sakınılır[15]. Keyif imkânsızdır ama denenir/denenmelidir; nesne aldatır ama etrafında atılan tur gerçektir. Midenin açlığı yemek ile giderilebilir ama ağzın açıklığı bâkidir. Lacan, bu şeyin “gereksinimlerde yabancılaşmış vaziyette bulunduğunu” söyler. Zira burada bahsi geçen içgüdü değil arzudur ve primal (birincil) bastırmaya (Urverdrangung) maruz kalacak olan da odur[16]. Burada bir kez daha şeye dönmemiz gerekiyor:

              Primal bastırma ile geç baskı arasındaki sınır çizgisini çizen şeyin üstbenliğin ortaya çıkışı olup olmadığını şu anda bilemiyoruz. Çok yoğun türden olan ilk anksiyete nöbetleri, her koşulda üstbenlik ayrımlaşmadan önce ortaya çıkmaktadır. İlk bastırmaların doğrudan başlatıcı nedenlerinin aşırı uyarım gücü ve uyaranlara karşı koruyucu kalkanın kırılması gibi nicel etmenler olması çok olasıdır[17].

Freud’un primal (birincil) bastırmayı üstbenliğin (superego) öncesine yerleştirişi, bilinçdışının zamansızlığına ilişkindir. Ne var ki zamandan azade olan bu yerde, onun yapısını inşa edecek bir alternatife ihtiyaç duyulur. Lacan’ın meşhur “bilinçdışı bir dil gibi yapılanmıştır” ifadesi gelip buraya yerleşir. Freud “Bastırma’da (1915)” şöyle yazar[18]: “Bilince girmekten yoksun bırakılmış içgüdünün ruhsal (düşünsel) temsilcisini içeren bir birincil bastırma, bastırmanın bir ilk evresi olduğunu varsaymak için nedenimiz vardır.” Burada bir müdahale vardır ve bu müdahale üstbenin bir müdahalesi olarak, dolayısıyla yasanın temsilcisi olarak ve hatta yasanın var edilmesi olarak meşruiyetini ancak kendisini önceleyen bir suçtan almaktadır; arkaik babanın katledilmesinde gerçekleşen tam olarak budur. Dolayısıyla Kant ile Freud eğilimlerin yasanın kendisinden evvel var olduklarını söylediklerinde benzer bir düşünce çizgisi tutturmuş olabileceklerini düşünmemize sebep olan şey budur.

              Saf pratik akıl, öz-sevgisini doğal ve daha ahlâk yasasından önce içimizde kıpırdayan bir şey olarak, sırf yasaya uygunluk koşuluyla sınırlamakla, onu yalnızca ‘engellemiş’ olur; çünkü bu durumda özsevgisine, ‘akla uygun ben sevgisi’ denir. Kendini beğenmişliği ise saf pratik akıl ‘yerle bir eder’, çünkü kendine değer vermenin, ahlâk yasasına uygunluktan önce gelen bütün istemleri önemsiz ve geçersizdir, çünkü bu yasaya uygun bir niyetin sağlamlığı, (az sonra daha da açıklığa kavuşturacağımız gibi) kişinin her türlü değerinin ilk koşuludur ve bu koşulun karşısında her türlü kibir, yanlış ve yasaya aykırıdır[19].

Kendini beğenmişliği yerle bir eden, dolayısıyla “eksikliği” var eden bir tanışma, Lacan’ın düşüncesinde, yukarıda belirttiğimiz üzere, talep ile çağrılan tatmin arasındaki ikircikten doğar. Lacan şöyle yazar[20]: “Talep, Öteki’ni, gereksinimleri tatmin etme aracılığına zaten sahip olan, yani yalnız sayesinde tatmin olacakları şeyden gereksinimleri mahrum edebilme erkine sahip olan olarak kurar.” Freud Uygarlığın Huzursuzluğu’nda aynı sonuca, ontolojik değil (zira bu kez mesele presence yahut absence değildir), etik bir yerden varır[21]: “İyi ve kötüye ilişkin kökensel, deyim yerindeyse, doğal bir ayrım yeteneğinin varlığı kabul edilemez… O halde burada yabancı bir etki söz konusudur; neyin iyi neyin kötü sayılması gerektiğini o belirler.”

     Freud için dürtülerin işleyişi psişe üzerinde travmatik bir etkiyi doğuracak bir hâl alamaz. “Koruyucu kalkanı kıracak olan” aşırı-yüklü deneyim ancak “dışarıdaki” bir nesnenin (yahut olayın) varlığı ile mümkündür. Bu Freud’un “İçgüdüler ve Değişimleri’nde (1915)” işaret ettiği üç temel kutuplaşma ile ilişkilidir[22]: Özne – Nesne, Haz – Hazsızlık ve Etkin – Edilgen. Zannedilebileceği üzere özneyi edilgen, dolayısıyla bağımlı ve tutsak kılacak olan dürtüler değil “dış” uyaranlardır. Yukarıda 1926 metninden alıntıladığımız satırlardan sonra gelen paragrafta Freud “koruyucu kalkan ancak dışsal uyaranlara karşı vardır, iç kaynaklı içgüdüsel istemler konusunda değil”, der[23]. Dolayısıyla iyiyi ve kötüyü (ve yasayı) belirleyecek, zamansallıkta kurucu bir rol üstlenecek olan deneyim Freud’un haz ve gerçeklik ilkelerinin ortaya çıktığını işaret ettiği döneme, “birincil narsisizme” dek geri gider. Üstbenin oluşumu, Öteki’nin içe alınması ve ona yöneltilen cinsel eğilimlerin bastırılması suretiyle gerçekleşir. Butler tam olarak burada bir okuma gerçekleştirir ve “toplumsal cinsiyet melankolisi” dediği şeyi bu sürece yerleştirir[24]. Her ne kadar Butler’ın okuması ayrı bir çalışmayı gerektirse de en azından şu kadarı söylenebilir ki Freud toplumsal cinsiyet denen meselenin pekâlâ farkındadır (Butler da böyle düşünür) ve ona karşı kayıtsızdır (burada Butler’dan ayrılıyoruz) lâkin Butler’ın klasik bir biçimde ensest yasağı ve babaya yönelik korku ile tanımlanan Oidipus’tan evvel homoseksüel bir nesne seçimine yönelik bir yasanın varlığı olduğuna yönelik düşüncesi ilgi çekicidir ve yasayı önceleyen bir suçluluk ile birlikte okunduğunda naçizane düşüncemiz kıymetli sonuçlar doğurabileceğidir. Freud şöyle yazar[25]: “Üstben ile ben arasındaki ilişki, henüz bölünmemiş ben ile bir dış nesne arasındaki gerçek ilişkilerin, arzu tarafından çarpıtılmış geri dönüşüdür.” Lacan bu “çarpıtma” için “Öteki’nin bu ayrıcalığı [ben’i gereksinimden mahrum edebilmesi] böylece sahip olmadığı şeyi armağan etmesinin en kökten biçimini sergiler, örneğin onun aşkı denen şeyi”, diyecektir[26]. Bu aşk herhangi bir nesne seçimi ile önceden belirlenmemiştir ve yalnızca eksiklik ve bu eksiklik karşısında alınacak konum ile ilişkilidir. “Fallus olmak” ve “fallusa sahip olmak” konumlarının Freud’un düşüncesinde karşılığı kabul edilebilecek bir tartışma için, dolayısıyla “cinsiyetlenme” tartışması için bir sonraki bölümde “Bir Çocuk Dövülüyor” metnini okuyacağız ama suçluluk üzerine tartışmamızı tamamlamadan evvel Uygarlığın Huzursuzluğu’na son bir kez daha dönüp tartışmamızı özetleyecek şu satırları alıntılamak yerinde olacaktır[27]:

            Bir üstben ortaya konana dek vicdandan bahsedilmemesi gerekir; suçluluk duygusunun ise üstbenden, dolayısıyla vicdandan da önce var olduğunu kabul etmek gerekir. O halde bu duygu, dış otoriteden duyulan korkunun dolaysız ifadesi, ben ile bu otorite arasındaki gerilimin tanınması, bu otoritenin sevgisine duyulan gereksinim ile içgüdü tatminine yönelen ve ketlenmesi saldırganlık eğilimini yaratan itki arasındaki çatışmanın doğrudan ürünüdür.

Yasa yahut “saf pratik akıl”, ben sevgisini ve dolayısıyla mutluluk arayışını ortadan kaldırmış değildir. Ne var ki yasaya ona duyulan saygıdan başka hiçbir duygu (ve eğilim) ile ahlâkî olarak riayet edilemez; böylesi bir riayet nesnel olarak “yasaya uygun”, dolayısıyla meşru olabilir ama öznel olarak yasaya saygıdan doğmadığından ahlâkî değildir. Oidipus her türlü dürtüden arındırılarak Öteki’nin içe alınması suretiyle üstbenin inşasını mümkün kılan yapısı ile evet, kesin buyruğun mirasçısıdır ama burada dürtünün yapısının incelenmesi bırakılır ve cinsiyetlenme süreci atlanır ise Oidipus yine de sonucu bakımından bir mirasçı olarak düşünülebilecektir, evet, ama psikanalitik kuram içerisindeki mahiyeti tam olarak çalışılmamış olacak, dolayısıyla tedbiri elden bırakmış olacağız. En nihayetinde Oidipus, saf pratik akıl değildir; ona saygı duyulabilir, onun “heybetli sesine” kulak verilebilir ama ağzımızdan çıkan ile kulağımızın duyduğunun bir ve aynı şey olmadığını unutmamak koşulu ile.

 

II

     “Bir Çocuk Dövülüyor’da” Freud’un bize sunduğu şey Sıçan Adam’ın gülümsemesidir. Bu düşlem, bilhassa histerik ve obsesifler için mastürbasyon niteliğinde, dolayısıyla oto-erotik, birincil narsisizme has bir doyumun kaynağıdır. Ne var ki bu doyumun bahsi utanç ve suçluluk duygularından başka hiçbir şeyi çağırmamaktadır. Freud’un hastalarına bu düşlemin ayrıntılarına ilişkin sorduğu her türlü soru cevapsız kalmış olsa da bu cevapsızlık ve dolayısıyla “tarihöncesi” olana ilişkin bilgisizlik onun şu sonuca varmasına mani olmamıştır[28]:

              Doğuştan gelen libidinal etmenlerin ilk kez güncel deneyimler ile uyarılması ve belirli karmaşalara bağlanması iki ile dört ya da beş yaşları arasında olur. Şu anda tartışılmakta olan dövülme düşlemleri kendilerini ancak bu dönemin sonuna doğru ya da bitiminden sonra gösterirler. O halde bunların daha erken bir öykülerinin olması, bir gelişim sürecinden geçmeleri ve bir başlangıç görünümü değil de son ürünü temsil etmeleri pekâlâ olasıdır.

Şüphesiz ki Freud bu düşlemleri libidinal etmenlerin maruz kaldıkları ilk uyarımlar ile ilişkilendirirken aklından geçen Oidipal karmaşadır ve Freud’un başlangıçtaki beklentisi kadınlar ve erkeklerde sürecin birbirinin tam zıttı bir biçimde gerçekleşmesidir. Fakat burada, boşluğun içerisine kayıtlı olan düşlemde, hafızanın ötesinde, Lacan’ı alıntılayacak olursak Freud’un “bulduğu” şey beklediğine kıyasla eşsiz bir değerdedir.

     Freud’un düşüncesinde “eril ve dişil” olana ilişkin tartışma Cinsellik Üzerine (1905)’ye dek geri götürülebilir ve pek çok eserinde bu tartışma doğrudan ya da dolaylı olarak sürdürülmüştür. Lâkin bu örneklerden en ilgi çekici olanı Uygarlığın Huzursuzluğu’nda bulunur; Freud bu metinde cinsel ilişkiyi yapısal olarak imkânsız kılabilecek bir şeyler olabileceğini söyledikten hemen sonra bir dipnot düşer ve çiftcinsellik tartışmasını bir kez daha gündemine taşır. Bu tartışma cinsiyetin toplumsallaşması olgusundan ziyade dürtünün parçalı yapısına ilişkindir[29]: “Çiftcinsellik kuramı henüz açıklığa kavuşmamıştır; bu kuramın içgüdü kuramı ile bağlantısının henüz kurulmamış olması psikanalizde ciddi bir aksaklık olarak görülebilir.” “Bir Çocuk Dövülüyor”, psikanalizin bu kuramsal boşluğunda bulunur ve bu metinde Freud eril ile dişil olanın yapısını eril olanı ve penisi Lacan’ın sözleri ile “cinsel çiftleşme gerçeğinde yakalanabilecek en göze batan şeye[30]”, dişil olanı ise cinsel ilişkide penetrasyonu mümkün kılacak yapıya sahip olmaya götürecek kadar boşaltır[31]. Bu cinselleşme sürecini bir çeşit biyolojizme indirgeme çabası değildir ve Freud’un “anatomi yazgıdır” ifadesi de bu şekilde okunamaz. Lacan “Oidipal evrenin inişe geçmesine kadar vajinanın bir genital duhul yeri olarak her türlü içgüdüsel haritalanması dışarıda bırakılmış gibi gözükür”, der[32]. Kuşkusuz bu söylenenlerden çıkarılabilecek en açık anlam, sahip olma yahut olmama durumunun bir çeşit “güce” sahip olma yahut olmamaya denk düşebileceği, dolayısıyla burada “fallogosantrizmden” bahsedilebileceğidir. Biz buna karar vermeden evvel düşlemin mahiyetine ilişkin araştırmamıza dönme yolunu seçeceğiz.

     Lacan XI. Seminer’in ikinci haftasında (“Freudcu Bilinçdışı ve Bizim Bilinçdışımız”), yukarıda bahsetmiş olduğumuz uyarısını yapar[33]: “Gayretkeş düzeltoterapistler haline gelen ikinci ve üçüncü kuşak analistlerin çabaları sayesinde bilinçdışı Freud’un mesajına kendini kapatmıştı: analistler analitik kuramı psikolojikleştirerek kendilerini bu boşluğa dikiş atmaya vakfetmişlerdi.” Freud bu ıstırap verici düşlemlere yönelik araştırmasını tam olarak onların boşluğuna doğru genişletir ve uyarısını yapar: Psikanalizin kendi açmazlarını çözebilmesi için kuramsal çalışmayı sağaltımsal başarıya yönelik kaygının önüne koyması gerekmektedir, yani, öznenin tarihöncesinde bir çalışma gerçekleştirilmelidir. Freud “kadınlar için” düşlemin bir ilk aşaması olduğunu keşfeder: babam nefret ettiğim çocuğu dövüyor. Freud’un salt olarak sadistik yahut cinsel olarak nitelendirmekte kararsız kaldığı bu aşama ensest nesne seçimine aittir. Beklenebileceği üzere bunu “mazoşistik” nitelikte olması muhtemel bir ikinci aşama takip eder: babam tarafından dövülüyorum. Bu aşama ki erkekler için de aynı cümle ile formüle edilir ve aynı niteliklere sahiptir, mutlak suretle bilinçdışıdır ve psikanalizin tarihöncesinde gerçekleştirdiği çalışma ile bilinç seviyesine çekilmesi mümkün olmuştur. “Bir Çocuk Dövülüyor” neresinden baksanız karmaşık bir metindir ve çalışmamızın bütünlüğünü koruyabilmek namına onu etraflıca ele almaktan geri duracak ve bilhassa bu “bilinçdışı” aşama ile ilgileneceğiz. Bu ilgiyi meşrulaştırmak için Freud’un Oidipus’u kesin buyruğun mirasçısı koştuğu “Mazoşizmin Ekonomik Sorunu’na” dönüp oradan iki ayrı parça alıntılayacağız.

              Mazoşizmin aldığı üçüncü ve bazı yönlerden en ilginç olan biçim [ahlâkî mazoşizm] ancak çok yakın bir zamanda ruhçözümlemesi tarafından çoğunlukla bilinçdışı olan bir suçluluk duygusu olarak kabul edilmiştir; ama daha şimdiden tümüyle açıklanabilir ve bilgimizin diğer bölümüne uyar[34].

Şimdi düşlemlerde bu denli sık ortaya çıkan baba tarafından dövülme isteğinin diğer isteğe, onunla edilgin (dişil) bir cinsel ilişki kurma isteğine çok yakın durduğunu ve yalnızca onun bir çarpıtması olduğunu biliyoruz[35].

Freud düşlemler hakkında şöyle yazar[36]: “Her iki olguda da dövülme düşleminin kökeni babaya yönelik yasaksevi içeren bağlanmada bulunur.” Böylesi bir durumda, yukarıda Freud’un eril ve dişil olanı nasıl söktüğünü bir kenara bırakarak bu dövülme düşlemlerinin dişil bir ilişkiyi temsil ettiğini okumak tabiî olarak başta Freud’u cinsel ilişki olmak üzere her türlü ilişki ve edimde edilgenlik ile bir tuttuğu sonucuna varmaya sebep olabilir, ne var ki, biz buna karşı önlemimizi almıştık.

     Butler Freud’un birincil çiftcinselliğinin “eşcinsellik” ile ilişkisiz olduğunu ve meselenin “iki ayrı heteroseksüel arzunun tek bir ruhta aynı anda var olması” olduğunu savunur, dolayısıyla mevzubahis olan yalnızca “zıtların çekimidir”[37]. O bu sonuca Freud’un iki temel metninin, “Yas ve Melankoli” ile “Ego ve İd’in” okumaları ile varır ve bu metinlerde üstbenin oluşum sürecinin Freud tarafından nasıl aktarıldığı ile ilgilenir. Bu metinlerden yola çıkarak özdeşleşmenin bir çeşit “toplumsal cinsiyet inşası” gibi işlediğini söylemek geçer akçedir ama dövülme düşlemleri bize meselenin bu kadar açık olmadığını işaret eder. Freud bilinçdışı düşlemleri takip eden üçüncü bir aşamayı tanımlar (bu erkekler için ikinci aşamadır zira Freud onlarda birincil bir aşamayı tespit edememiştir): Bu aşamada dövülen çocuk kadınlar için de erkekler için de (bir) erkek çocuktur. Kadınlar bu aşamaya geçerken dövülen çocuğun cinsiyetini değiştirerek daha iyi bir bastırma örneği sergilemiştir, der Freud[38], ama erkek çocuğun gerçekleştirdiği değişim dövme işlemini gerçekleştiren kişi üzerindedir: bu annedir ve Freud’a göre erkek bu şekilde eşcinsel nesne seçiminden “kaçmaya” çalışmıştır. Nasıl ki Freud bu düşlemlerde kadınlar ve erkekler için birbirine zıt iki işleyiş bulamadıysa, düşlemin bu son aşamasından da eşcinselliğe (ya da heteroseksüelliğe) ilişkin bir sonuca varmak mümkün olmayacaktır. Muhakkak ki bu son aşama (ve hatta düşlemin tüm tarihi) nesne seçimleriyle ve yasanın (dolayısıyla kültürün) heteronormatif yapısı ile ilişkisiz değildir ama nesne seçimlerinin kendisi psikanaliz için cinsiyetlenme ile ilişkisiz gözükmektedir. En azından seçilen nesnenin cinsiyetlenme süreci ile dolaylı bir ilişkisi söz konusudur, onun üzerinde bir belirleyiciliğe sahip değildir. Lacan şöyle sorar[39]: “İnsan, cinsinin ayırt edici niteliklerini niçin yalnızca bir tehdit sayesinde hatta bir yoksunluk görünümü altında üstlenmek zorundadır?” Dolayısıyla penis, hadi artık fallus diyelim, yasa karşısında, dil karşısında, “eksik” bir gösterenden başka şey değildir. Freud’un üçüncü aşamasında bir oğlan çocuğu olarak beliren kadın için Lacan “kadın fallus olmak, yani Öteki’nin arzusunun imleyeni olmak için, kadınlığın özsel bir bölümünden, yani bu maskeli balodaki niteliklerinden vazgeçecektir”, der[40].

     Hatırlayalım: Bu “maskeli balo”, birincil bastırmanın boşluğunda sergilenir. Bu boşluğun meydana çıkışı, Ben’in meydana çıkışı ve yasanın ilk müdahalesi ile eş zamanlıdır; ayrılık burada gerçekleşir. Kadirimutlak Öteki ile ona yöneltilen talep arasında mesajı (sözce ve sözceleme olarak) bölen bu müdahale, fallusu eksik bir gösteren hâline getirerek maskeli baloyu mümkün kılar ve objet a’yı ortalığa saçar. Ortalığa saçılmış bu tehlike, girizgahta alıntıladığımız üzere, çeşitli nesnelerin yakınında iğdişliği yeniden canlandırır.

              Bu yeterince basit bir şekilde biyolojik olarak açıklanabilir; anne başlangıçta kendi beden aygıtı aracılığıyla ceninin bütün gereksinimlerini nasıl karşılamışsa, şimdi doğumdan sonra da, kısmen başka araçlarla da olsa, bunu yapmaya devam eder… Dölyatağındaki yaşam sırasında annenin cenin için bir nesne olmadığını ve o sırada hiçbir nesnenin bulunmadığını unutmamalıyız[41].

Annenin bir nesne, dolayısıyla Öteki hâline geldiği ve memenin “bir başka araç” olarak objet a statüsüne yükseldiği bu ayrılık, nesneler ile Ben arasındaki ilişkide, arzunun takibinde, bir yasa olarak tekrar ve tekrar canlanır; kaygı bir “sinyal” olarak bu canlanmanın önündeki son uyarıdır, yasanın “yasa olmak için cinsellikten arınmış oluşunun” son hatırlatıcısıdır, sonrasında ahlâkî mazoşizm peyda olur: Yasadan alınan keyfi cinsellik ile işaretleyecek olan yol budur. Üstbenin sadizmi çoğunlukla “göz kamaştırıcı” bir biçimde bilinçli hâle gelir”, der Freud. Ahlâkî mazoşizm ise, tıpkı düşlemler gibi, özneden saklanır[42].

III

     Pratik Aklın Eleştirisi’nin sonsözünde “İki şey, üzerlerine sık sık eğilip ısrarla düşünülürse, insanın ruhsal yapısını hep yeni, hep artan bir hayranlık ve korkunç saygıyla dolduruyor: üzerimdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlâk yasası”, der Kant[43]. Psikanalizin heybetli sesi, Oidipus, korkunçtur. Herhangi bir keyfi imkânsız kıldığı için korkunç değildir, açıkça gördüğümüz üzere, keyfi imkânsız kılan insana içkin bir şeydir. Korkunçtur zira bu imkânsızlıkta ona gösterilen saygının hiçbir payı yoktur. Uygarlığın Huzursuzluğu’nu “yasanın tahakkümünün sonuçları” olarak okumak rahatlatıcıdır çünkü bu “bir şeyler bugün oldukları şeyler olmadıkları takdirde huzursuzluğun ortadan kalkacağına” dair bir umudun temsilcisidir; suçlanacak bir Öteki vardır ve Freud’un bize aynı metinde öğrettiği üzere, suçlanacak bir Öteki olduğunda bir araya gelmek pek kolaydır. Korkunçtur zira Oidipus “olmaktaki eksikliği” işaret eder. Fakat hiçbir zaman Freud, sırf bu yüzden, olmaktan vazgeçmeyi salık vermemiştir. Aksine, olmanın önüne engeller döşeyenleri kınamıştır. Keyif gibi olmanın kendisi de imkânsızdır, ama denenir: İnsanın kendisi “bir amaç olarak” vardır[44] ve bu romantik bir yaşam öğüdü değildir, aksine, en güç olanın hatırlatılmasıdır. Ahlâk yasası “kendini beğenmişliği” tarumar ettiğinde, tarumar ettiği, eksiksizliktir zira mevzubahis, tanrısal bir varoluş değildir, kadirimutlak “gözüken” Öteki karşısında dürtüler ile müsemma olan insandır. Fakat burada, sırf bu yüzden, dürtülerin varlığını özgürlüğün imkânsızlığı olarak nitelendirmemek namına bu önsöz denemesini gerçekleştirdik. Nihayetinde, Oidipus kesin buyruğun mirasçısı ise bunu kendisini bu buyruğa götürecek maksimi belleyecek insanı, insanlığı ile tanımak, ona tanrısallık ve bütünlük atfeden her türlü düşüncenin karşısında, onun denediğini bilmek, bu mirasa dair en ufak bir sezgiyi mümkün kılacak ise, kâfidir.

 

Kaynakça

Butler, Judith. Cinsiyet Belası. Çeviren: Başak Ertür. İstanbul: Metis, 2018.

Freud, Sigmund. «”Bir Çocuk Dövülüyor” (Cinsel Sapkınlıkların Kökeninin İncelenmesine Bir Katkı) (1919).» Psikopatoloji içinde, Çeviren: Hakan Atalay, yazan Sigmund Freud, 149-178. İstanbul: Payel, 2013.

Freud, Sigmund. «Bastırma (1915).» Metapsikoloji içinde, yazan Sigmund Freud, 135-153. İstanbul: Payel, 2013.

Freud, Sigmund. «Haz İlkesinin Ötesinde (1920).» Metapsikoloji içinde, Çeviren: Emre Kapkın & Ayşen Tekşen, yazan Sigmund Freud, 261-326. İstanbul: Payel, 2013.

Freud, Sigmund. «İçgüdüler ve Değişimleri (1915).» Metapsikoloji içinde, Çeviren: Emre Kapkın & Ayşen Tekşen, yazan Sigmund Freud, 101-133. İstanbul: Payel, 2013.

Freud, Sigmund. «Ketvurmalar, Belirtiler ve Anksiyete (1926[1925]).» Psikopatoloji içinde, Çeviren: Hakan Atalay, yazan Sigmund Freud, 213-306. İstanbul: Payel, 2013.

Freud, Sigmund. «Mazoşizmin Ekonomik Sorunu (1924).» Metapsikoloji içinde, Çeviren: Emre Kapkın & Ayşen Tekşen, yazan Sigmund Freud, 391-406. İstanbul: Payel, 2013.

Freud, Sigmund. «Oidipus Karmaşasının Çözümü (1924).» Cinsellik Üzerine içinde, Çeviren: Emre Kapkın, yazan Sigmund Freud, 301-313. İstanbul: Payel, 2015.

—. Uygarlığın Huzursuzluğu. Çeviren: Haluk Barışcan.. İstanbul: Metis , 2013.

Freud, Sigmund. «Zihinsel İşleyişin İki İlkesi Üzerine Formülasyonlar (1911).» Metapsikoloji içinde, Çeviren: Emre Kapkın & Ayşen Tekşen, yazan Sigmund Freud, 27-41. İstanbul: Payel, 2013.

Kant, Immanuel. Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi. Çeviren: İoanna Kuçukardi. Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 2002.

—. Pratik Aklın Eleştirisi. Çeviren: İoanna Kuçukardi, Ülker Gökberk & Füsun Akatlı. Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 1999.

Lacan, Jacques. Fallus’un Anlamı. Çeviren: Saffet Murat Tura. İstanbul: 6:45, 2013.

—. Psikanalizin Dört Temel Kavramı Seminer XI. Çeviren: Nilüfer Erdem. İstanbul: Metis, 2013.

 

[1] Sigmund Freud, “Mazoşizmin Ekonomik Sorunu (1924)”, Metapsikoloji, çev. Emre Kapkın & Ayşen Tekşen, içinde (İstanbul: Payel, 2013), 403.

[2] Sigmund Freud, “Ketvurmalar, Belirtiler ve Anksiyete (1926[1925]), Psikopatoloji, çev. Hakan Atalay, içinde (İstanbul: Payel, 2013), 265.

[3] Immanuel Kant, Pratik Aklın Eleştirisi, çev. İoanna Kuçukardi, Ülker Gökberk & Füsun Akatlı (Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 1999), 102.

[4] Sigmund Freud, “Haz İlkesinin Ötesinde (1920)”, Metapsikoloji, çev. Emre Kapkın & Ayşen Tekşen, içinde (İstanbul: Payel, 2013), 285.

[5] Sigmund Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu, çev. Ali Babaoğlu (İstanbul: Metis, 2013), 68.

[6] Immanuel Kant, Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi, çev. İoanna Kuçukardi (Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 2002), 15.

[7] Freud, “Mazoşizmin Ekonomik Sorunu”, 406.

[8] Jacques Lacan, Psikanalizin Dört Temel Kavramı Seminer 11. Kitap, çev. Nilüfer Erdem (İstanbul: Metis, 2013), 29.

[9] Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu, 46.

[10] Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu, 62.

[11] Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu, 63.

[12] Sigmund Freud, “Zihinsel İşleyişin İki İlkesi Üzerine Formülasyonlar (1911)”, Metapsikoloji, çev. Emre Kapkın & Ayşen Tekşen, içinde (İstanbul: Payel, 2013), 35.

[13] Jacques Lacan, Fallus’un Anlamı, çev. Saffet Murat Tura (İstanbul: ALTIKIRKBEŞ, 2013), 74.

[14] Lacan, Psikanalizin Dört Temel Kavramı, 177.

[15] Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu, 44.

[16] Lacan, Fallus’un Anlamı, 73.

[17] Freud, “Ketvurmalar, Belirtiler ve Anksiyete”, 230.

[18] Sigmund Freud, “Bastırma (1915)”, Metapsikoloji çev. Emre Kapkın & Ayşen Tekşen, içinde (İstanbul: Payel, 2013), 143.

[19] Kant, Pratik Aklın Eleştirisi, 81.

[20] Lacan, Fallus’un Anlamı, 74-75.

[21] Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu, 81.

[22] Sigmund Freud, “İçgüdüler ve Değişimleri (1915)”, Metapsikoloji çev. Ayşen Tekşen & Emre Kapkın, içinde (İstanbul: Payel, 2013), 126.

[23] Freud, “Ketvurmalar, Belirtiler ve Anksiyete”, 230.

[24] Judith Butler, Cinsiyet Belası, çev. Başak Ertür (İstanbul: Metis, 2018), 122-132.

[25] Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu, 86.

[26] Lacan, Fallus’un Anlamı, 75.

[27] Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu, 93-94.

[28] Sigmund Freud, “ ‘Bir Çocuk Dövülüyor’ (Cinsel Sapkınlıkların Kökeninin İncelenmesine Katkı) (1919)”, Psikopatoloji, çev. Hakan Atalay, içinde (İstanbul: Payel, 2013), 158.

[29] Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu, 63 (16. dipnot).

[30] Lacan, Fallus’un Anlamı, 78.

[31] Bkz. “Ama bir dişi çocuk penisi olmamasını bir cins niteliği olarak anlamaz; bunu, daha önceki bir tarihte eşit derecede büyük bir organı olduğu ve onu iğdiş edilmeyle yitirdiği biçiminde açıklar.” – Sigmund Freud, “Oidipus Karmaşasının Çözümü (1924)”, Psikopatoloji, çev. Hakan Atalay, içinde (İstanbul: Payel, 2013), 309.

[32] Lacan, Fallus’un Anlamı, 63.

[33] Lacan, Psikanalizin Dört Temel Kavramı, 29.

[34] Freud, “Mazoşizmin Ekonomik Sorunu”, 397.

[35] Freud, “Mazoşizmin Ekonomik Sorunu”, 405.

[36] Freud, “Bir Çocuk Dövülüyor”, 172.

[37] Butler, Cinsiyet Belası, 126-128.

[38] Freud, “Bir Çocuk Dövülüyor”, 174.

[39] Lacan, Fallus’un Anlamı, 59.

[40] Lacan, Fallus’un Anlamı, 84.

[41] Freud, “Ketvurmalar, Belirtiler ve Anksiyete”, 273.

[42] Freud, “Mazoşizmin Ekonomik Sorunu”, 405.

[43] Kant, Pratik Aklın Eleştirisi, 174.

[44] Kant, Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi, 45.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu