Yazı

Lale Müldür ile Söyleyiş

Benim Dilim Şiir

                                                                                         “dostumdan uçmayı öğrenmiştim   

                                                                              öğrenene dek kolumu kanadımı kırdım

                                                                              belki parçalarımı hala saklıyordur evinde

                                                                               oysa ben uçamıyorum yine…”

-Murat Kemaloğlu[1]

 

  • Aslında sanatçılar için klasikleşen bir soru, edebiyat ile ilk karşılaşmanız ne zaman oldu?

10 yaşından daha küçükken ağaca bakıp şiir yazmıştım. Ben geç yayınladım ama erken yazdım. Şair olmak gibi bir derdim yoktu, şairliği asla meslekten saymadım ben. Dede Korkut’tan tut Dîvânu Lugâti’t-Türk ve yabancılardan hemen hemen hepsini okumuştum ve bir deftere yazdım hepsini. Ece Ayhan’ı bile yazmıştım ve çok hayran oldum. Vay canına, dedim! Adamı yakışıklı ve hoş bir tip sanıyordum. Çok şaşırdım kendisini görünce. Benim ona olan hayranlığımı duymuş, randevu verdi Gümüşlük’te tabii ben de gitmeye karar kıldım. Uzun boylu bir adamın motoruyla gittim. Bir bana baktı bir adama baktı ve bir bela geliyor dedi, hemen uzaklaştı bizden. (Gülüyor) Sonra bir daha randevulaştık. Yanında hiç şiirden bahsetmiyordum ama okuttum hepsini, güzel diye yazdı fakat çok müthiş de övmedi beni. Sonra çok iyi arkadaş olduk. Beni Nilgün Marmara’nın cenazesine götüren de Ece Ayhan oldu.

  • Lise yıllarınızda çevrenizde sizden başka şiirle edebiyatla ilgilenen var mıydı?

Vardı. Yeşim diye bir kız arkadaşım vardı Amerika’da yazar. Kanada ve Amerika’da yazıyordu ama onunla okuldan sonra bir daha buluşamadık. Ben hep birinci olurdum şiir yarışmalarında o da hep ikinci olurdu. Bana kızardı.

  • Hala saklıyor musunuz o şiirleri?

Tabii saklıyorum ama birkaçı çalındı ve bu da beni çok üzdü. Aslında çok şeyim kayıp benim. Onlar hatırlıyorlar: “Şurada trenle giderken epey yazmıştın, nerde?” diyorlar. O kadar rahattım ki eskiden çalınma konusunda, herkes kalabilirdi burada ve ben anahtarı onlara bırakır giderdim, o zamanlar çok çalındı şiirlerim. Bu kadar saf bir insanı benim gibi paronayak birine dönüştürdüler tebrik ediyorum onları.

  • Sonradan hiç kendi şiirleri gibi yayımladılar mı?

Ölmemi bekliyorlar. (Gülüyor)

  • Şiir bursuyla Floransa’ya gittiniz, peki hangi şiirleriniz bu bursu aldı?

“Uzak Fırtına” kitabının içindeler. “Bir Güneş Çekilmesi”, bu liseden İngilizce bir şey

“He-actor broken clown

She-actor tree tomb

She-actor disease fire and water

he-actor earth”

Bunlara verildi burs. NOLİ ME TANGERE’de burada mesela, benim bir kitabın dipnotlarında bulduğum bir kavramdı. Hiç İsa ile ilgisi yoktu, Freud’un kitabıydı galiba, çok sevdim ve koydum. İtalya’dan burs alınca gittim. Yakışıklı bir adam kendi kendine bir şeyler okuyordu, yanına gittiğimde: “Siz ne okuyorsunuz?” dedim, çünkü dini bir şey okuyor gibiydi, İncil okuyorum dedi. Neden İncil okuyorsunuz ki, dedim. Senin bu şiirlerinin yanına ancak İncil gider dedi. (Gülüyor). Şiir âleminin kutsal kitabı. Ben Marksistim ne İsa’sı ne Musa’sı dedim. “Delirme, ileride anlayacaksın benim ne demek istediğimi” dedi ve adamın dediği gibi de oldu. İsa’nın başka sözlerini de buldu orada tabii ben daha İncil okumuş değilim. Benim İsa’yla ne ilgim var diye epey kızmıştım. Yıllar sonra birbirimizden haber aldık. Buraya bir çocuk geldi İtalya’dan epey kaldı bizde, kardeşimin arkadaşları ile benim arkadaşlarım toplanıyorduk. O sırada Teşvikiye’de oturuyorduk, Oradaki salonda toplanıyor devrimcileri taklit ediyorduk, herif hepsine inanıyordu. Sonra bu hocanın yanına geri gitmiş ve baya stil değiştirmiş. Bizim laflardan sonra dağlara çıkmış. Yıllar sonra bilgisayar üzerinden beni buldu ve Zen Budist olmuş, ben de öyle oldum demedim hiç yazdığım notta. Ufak bir şey yazdım, gönderdim. Şok olsun da istemedim, siz çok haklıydınız gibi bir şey yazdım (Gülüyor).

  • Sonra Türkiye’ye mi döndünüz?

Evet, Türkiye’ye döndüm. ODTÜ’ye girdim. ODTÜ Elektrikte pek mutsuzdum. Tekrar imtihana girdim ekonomi oldu bu sefer. Ekonomide ise çok mutluydum. Şiir olmasın da ne olursa o olsun dedim (Gülüyor). Babamın isteğiydi, arka çıktı adam bana.

  • Floransa’dan sonra Türkiye’ye gelince edebiyat anlayışınızda değişiklik oldu mu?

Kendi alanımda gittim hep, kafamda ne varsa onu yazdım, değişiklik de oldu. Dîvânu Lugâti’t-Türk ile birlikte hatta daha önce de tabii, Dîvânu Lugâti’t-Türk öğretir. Mesela bende “Türküm” teması çıktı.

Ne zaman şair oldum acaba dedim ben kendime… Ebru şimdi tam kıskanacaksın. (Gülüyor) Bizim konuşmalarımız güzel oluyor, yakın yani ama ben de ne yapayım 64 yaşındayım kızım artık şair diyeyim kendime.

O sırada 88 yılıydı benim de ilk kitabımın çıktığı yıldı, arkadaşlarım (Murathan Mungan, Fatih Özgüven, Yıldırım Türker, Hami Çağdaş, Zeynep Sayın, Kürşat Başar) beni önemli şairlere taşımaya başladılar. Edip Cansever’e gittik Murathan Mungan’la. Edip birine kitap imzalıyordu. Murathan Mungan bizi tanıştırdı. Adam bir kitap daha imzalayıp ikimizin ortasına attı ve bu geleceğin şairine dedi. Murathan’a verdim çünkü onun kitapları vardı benim tek bir kitabım bile yoktu. üç şiirim basılmıştı sadece. Allah Allah, ne oluyoruz ya dedim. Daha sonra Turgut Uyar’a gittik. Etiler’de Gazeteciler Sitesi’ndeydi. Ben kendime hala şair demiyordum o zamanlar. Tomris’in arkası dönüktü. Turgut Uyar da ayaktaydı. Fatih, işte Lale dedi. Turgut Tomris’i gösterdi ve “şu kadın olmasaydı seninle derhal evlenmiştim”, dedi. Tomris’in beni sevmemesi de bu yüzdendi. Aşağı yukarı gittiğimiz herkes önemli şairlerdi, vaveyla ile karşılaştım. Ben de durdum o zaman düşündüm: “Ben galiba şairim” dedim.

  • Edip Bey zaten öngörmüş

Edip’i hala çok severim ben, çok sevdiklerim arasındadır. Size sevdiğim ve sevmediğim yazarları, şairleri anlatayım mı? Hiçbiri yok zaten. (Gülüyor) Türklerden Şeyh Galip, Asaf Hâlet Çelebi, yabancıları da sayayım: Rimbaud, Rilke, Ezra Pound, T.S Eliot çok önemlidir benim için okul kitabımdır, çok güzel şiirleri vardır namussuzun, okumak istedi canım şimdi…

Ve Lale Müldür dermişim. (Gülüyor) Biri daha vardı ama unuttum adını, çok büyük ayıp benim unutmam. Özgünüm, üzgünüm… Unuttuğum bu ismi acaba kim saklıyor benden?

  • Ama özgünsünüz de sevmediklerinizi de sayacak mısınız?

Sevmediklerimi saymaya değmez. İsim vermek çok büyük bir yüktür. Şiir okumasındansa isim vermesi önemli bir şairin, bu çok önemli dikkat edilmesi gereken bir şeydir.

Bir zamanlar beğendiklerim arasında ikinci yenicileri de veriyordum, şimdi o da geçti. Ahmet Haşim ve Yahya Kemal Beyatlı da var bunların arasında, Ahmet Haşim’i ben çıkarttım diye bir şey patlatayım da doğru mu yanlış mı diye tartışsınlar. (Gülüyor) Benimle ilgili hiçbir şey bilmiyorlar aslında belirli olaylar var deli misin, değil misin; şu musun bu musun? Başka da bir şey bilmiyorlar. Oysa ben Türk edebiyatını 10- 13 yaşlarında elimden geçirmiştim. Öyle bir geçmişim var.

Bunların üzerine bu kriterlere bakarak bu şairlere baktım, şu olsaydım dediğim kimse yok. Sevdiklerim arasında Nazım Hikmet de var tabii, ondan sonra aradım şiirleri ezbere akıldan okunacak tipleri kimseyi bulamadım. Hakikatten bulamadım ben yalan konuşmam. Dedim ki bunlar büyük şair değil, o zaman. Yabancılarla eşit değil, çeşitli sosyolojik nedenleri de var tabii zor beğenen biriyim. İkinci kıstasa baktım, ikinci yeniye baktım yani doğrusu onların arasında bir tek Ece var gibiydi.

Daha sonra İkinci Yeni de ortadan kalktı zaten. Bir Edip Cansever’i bir de Ece Ayhan’ı iyi okumuşumdur.  Aralarında en çok sevdiğim şair olarak Edip Cansever’i sayarım. Ve bu adamların ikinci kez çalmadım ben kapılarını ne ayıp değil mi ne ayıp…

  • Neden?

Adamlar seni en yukarıya koyuyor sen evlerine bile gitmiyorsun, olacak iş değil. Öyle bir kadındım işte ben de.

  • Havalı bir kadınsınız.

Havalıymışım, üst kat komşum öyle diyor. “Sen taksiden inerdin evin önünde, şöyle bir bakardın sağına soluna, çok havalıydın” diyor. Araba geliyor mu diye bakıyordum aslında, bereket kalmadı o havadan şimdi…

Şairlerden korkar millet, korkmaları için her türlü neden var. Mesela ben çeşitli kahramanlık kıssalarına rağmen çok korkak insanımdır aslında. Ama korkak olmam benim esas cesur olduğumu gösterir çünkü korka korka giderim olaylara.

Size çok büyük haberim var da söylemeyeceğim, giderayak başım belaya girsin istemiyorum, o kadar büyük yani!

Sen benim iki defa ölüm rüyası gördüğümü biliyor musun?

  • Hayır.

Tabii, rüyalarla çalışıyoruz kızım biz. (Gülüyor)

  • Rüyalarınızı şiir yaptığınızı biliyorum ama… Siz çok yönlü bir sanatçısınız, yakın zamanda Yapı Kredi Sanat’ta resim serginiz de vardı. Hiç bir şiirinizi yani rüyanızı resim yaptınız mı?

Bir tek ölüm rüyamı yaptım. Göstereyim size az sonra, pek benzemiyor diğer resimlere, tatlı renk filan yok, hiç renk aramayın.

  • Dublin’de bir seçki yayınlandı, ismi “Water Music”, Bienal’e de sizin kitabınızın ismi “Anne Ben Barbar mıyım” verildi. Bunlar büyük projeler size nasıl hissettirdi?

Doğrusu ikisine de gittiğimde ne kadar önemli bir işin içinde olduğumun farkında değildim. Bienal’in adını bile bilmiyordum. Ben hep habersiz çağırılıyorum önemli şeylere. Ben sonradan da çevrildiğim için birçok dile, “Water Music”in değerini sonradan anladım. En sevdiğim çevrilmiş kitabımdır, çünkü kimi Amerikalı kimi İngiliz kimi Türk kimi İrlandalı 6 şair çevirdiler şiirlerimi ve güzel çevirdiler. Victoria Holbrook çevirdi diyebilirim ve onları İngilizceden İngilizceye çeviren ise bütün diğer 6 şair oldu. Victoria Holbrook ‘un başarısıdır en çok. Bienal’de de ilk defa bir şiirimi tişörte bastılar çok memnunum bundan.

  • Edebiyatın içerisinde yer almak isteyen yeni nesil sizden ve şiirlerinizden ne öğrenebilir?

Ben çocuk kaldığıma göre benden çocuk kalmayı ve her bir şeyi öğrenebilirler. Çocukların görüşlerine son derece saygılı ve çocuklara hayranlıklar içerisinde yüzen birisiyim.

Şimdi şiir geldi yazın oraya:

Ben hayranlıklar içinde turuncu bir suyun içinde yüzer gibi

Karşıma, kişilikler çıkana kadar turuncu suların içinde yüzüp

Başka yerlere başka topraklara başka alanlara çekilir gibi

Aynı çocuklar gibi ve gençler gibi

Ne yazık ki çoğu başka yere arınmak istediğini unutmak istiyor hayatta

Acıklı olan budur, çocukluğumuzun yitirilmesi yani acıklıdır.”

  • Sizin tarzınızın adı, sizin tanımınızla “gerçek dışı bir gerçeklik” diğer şairler gerçekten bu kadar kaçarken siz neden hep oraya yaklaştınız?

Şairler dertleri olan kişilerdir, yani o yüzden şairliği unutup da yani çocuk kalmayı unutup da sırf gerçeğin peşinde koşanların hiçbir yere varma ihtimali yoktur. Buna karşılık çeşitli alakasız yerlerden geçerek gerçekliğe varmanın zevkini de başka türlü çözemezler ve ekspresyonist yazdığımı düşünmekle birlikte gerçeğe varmış olmak beni gururlandırıyor.

  • Siz gerçeğe bu kadar yaklaşıyorken size “deli” adı veriyorlar, üstelik Lacan: “her isteyen deli olamaz” der. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Deliliğin sistemi vardır. Şu siyahtır şu beyazdır diye ayıracağımız noktaların gride birleştiğini görmek insana müthiş bir haz verir. Ne olduğumu tam olarak bilseydim çok mutlu olurdum. Deli veya değil ben ikisinin arasındayım galiba. Ben de bilmek isterdim deli miyim, değil miyim ama bunun şiirle bir ilgisi yok değil mi? Bu insana şair değilsin sen demekten daha kötü bir şey çünkü insanın benim hayatımda olduğu gibi bütün bir hayatına hükmedecek kadar kuvvetli bir ayrımdır. Delilik ve ben şu an oy bile veremiyorum. Anlayın yani durumun getirdiği yerleri, deliyim çünkü… Herkes deli aslında Türkiye’de, niçin beni seçtiler delilik sembolü olarak o da onların problemi artık.

  • Beyin kanaması geçirmeden önce ben depresif bir insanmışım ama kimse bunu anlamıyormuş diyorsunuz, sonrasında ise tam tersi bir insan olup “dünya ne güzel bir yermiş” diyorsunuz. Bu iki farklı karakter ve bu değişim sizin şiirlerinize yansıdı mı?

Tabii, benim kötümser şiirim yok gibi bir şeydi beyin kanaması geçirmeden önce. Dünya ne güzel teması, benim şiirlerimde yukarı uçan bir helikopter gibidir.

  • Nasıl?

Yukarı uçan bir helikopter işte ne anlarsan.

  • Şimdi size soracağım soru aslında ikimizin arasındaydı…

Allah’ım, yarabbim! Dövme, öldürme beni.

  • Size en sevdiğim şiiriniz “Yeryüzünde Kaçak ve Serseri Olacaksın: TCDD” dediğimde gerçekten bu mu dediniz, yüzlerce daha güzel şiirim var bu mu der gibi baktınız, evet bu dediğimde de gözleriniz doldu ağladınız. Bu şiirin sizdeki yeri nedir?

Ağlamam çok önemlidir benim hiç ağlayamıyorum ki ben, aptal filmlere ağlıyorum. Bu şiirde en önemlisi ne, biliyor musunuz? Bir kişilik ayrışması var orada farkındasınız değil mi? Çünkü çok açık değildir herhalde.  Benim yani oradaki kız (Gülüyor).

  • Ve bir serüven var o şiirde, bir başlangıç bir yol…

Sevgilim var orada, belki ondan dokunmuştur size, anladınız değil mi kişilik ayrışmasını.

  • Beni sizinle ve şiirle bu şiir tanıştırdı.

Allah’ım! Öleyim bari keyiften öleceğim ama bu sefer.

  • Genel olarak sorayım felsefeyle aranız nasıl? Kütüphanenize baktığımda devasa bir kütüphane görüyorum, tam müzelik özenle seçilmiş kitaplar ve hepsi birbiriyle bağlantılı…

Evet, ama bağlantı falan kurmadım, deste deste alıp koydum oraya (Gülüyor).

  • Ben kurdum o zaman Lacan’ın yanında Althusser var Joyce var, tam ortaya psikanaliz ve edebiyat için halka olan Tevrat girmiş. Lacan’da iyi okumuştur. Bu bağlantı (mitoloji, felsefe, psikanaliz, sosyoloji) her zaman sizin için kaynak mı olmuştur?

Benim hayatımda önemli oldular. Okuduklarımdan bir şey yazmadım, o anlamda tabii kaynak ama şiir yazmamla ilişkisi yok.

  • Resimle peki?

Çok acayip bir soru, düşünmem lazım, ilk defa soruluyor. Resim bende çok özel kapalı bir odadan çıkıyor. Benim bilmediğim şeyler çıkıyor, şiire ilk başladığım gibi belki, belki de resimle ben bir türlü bitiremediğim ve bitiremeyeceğim olan psikanalizle karşılaşıyorum. Ve resmi çok seviyorum.

 

Söyleşen: Ebru Nisa Gürbüz, Tarık Cemre Ağsar

Düzenleyen: Dilara Ayhan, Rozi Mengüloğul

          

 

[1] Lale Müldür’ün “Yeryüzünde Kaçak ve Serseri Olacaksın: TCDD” şiirinden.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu